Ahlak, insanların doğru ile yanlışı ayırt etmesini sağlayan değerler sistemidir. Ahlak insanların davranışlarını ve kararlarını şekillendirir. Böylece toplumsal düzeni sağlamaya yardımcı olur. Ahlaki değerler toplumdan topluma değişebildiği gibi bireyler arasında da değişiklik gösterebilir. Bu nedenle neye iyi neye kötü diyeceğimiz toplumdan topluma, kültürden kültüre ve hatta insandan insana değişebilir. Ahlak felsefesi de iyi ve doğru olan nedir sorusuna yanıt arar. Sokrates, Aristoteles, Kant gibi filozoflar ahlak üzerine teoriler geliştirmişlerdir. Örneğin Kant’ın ödev ahlakı insanların evrensel ilkeler doğrultusunda hareket etmesi gerektiği temeline dayanır. İnsanın ne olursa olsun, her koşulda bu ilkelere göre hareket etmesi gerektiğini, böylece toplumsal düzen ve refahın sağlanabileceğini savunur. Öyle ki Kant’a göre insan hiçbir koşulda yalan söylememelidir. Aristoteles’in ahlak anlayışı ise altın orta kuramına dayanır. Ona göre ise aşırı uçlardan kaçınarak dengeyi bulduğumuz eylemler ahlaken en iyi erdemlerdir. Örneğin cömertlik erdeminin eksikliğinde ortaya çıkan cimrilik de iyi değildir, aşırılığında ortaya çıkan savurganlık da iyi değildir. Ahlaken iyi olan, dengeli olan, altın ortaya uyan erdem cömertliktir. Sokrates ise erdemi bilgiyle eşdeğer tutar. Yani bilen insanın bile bile kötülük yapmayacağını savunur. Her insanın doğuştan iyi olduğunu, eğer bir kötülük yapıyor ise bilgisizliğinden kaynaklandığını düşünür. Bilgi erdemdir der. Görüldüğü gibi her filozof ahlakın ilkelerini kendince yorumlamış, farklı koşullara ve temellere dayandırmıştır. Çünkü neye iyi, neye kötü diyeceğimiz bireysel faktörlerden de etkilenir.
Ünlü Amerikalı psikolog Kohlberg de ahlak üzerine düşünmüştür. Kohlberg yaptığı araştırmalar sonucunda insanların ahlaki açıdan 6 evreden geçtiğini söylemiş, ve bunları ikişer ikişer üç düzeyde gruplamıştır. İlk evre gelenek öncesi düzeydir. Aşamaları ise itaat ceza evresi ve saf çıkarcılık evresidir. İkinci düzey olan geleneksel dönemde ise evreler kişilerarası uyum evresi ve kanun düzen evresidir. Üçüncü ve son düzey olan gelenek sonrası düzeyde ise sosyal anlaşmalar evresi ve evrensel ahlak ilkeleri evresi vardır. her insan zaman zaman bu evrelerden hepsine uygun davranışlar sergileyebilir. Bu anlamda yaşa bağlı bir kuram değildir. Fakat yalnızca bireyin gelenek sonrası düzeye uygun bir davranışta bulunabilmesi için soyut düşünebilmesi gerekir. Bu da yaklaşık olarak 12 yaşta kazanılan bir gelişim düzeyidir. Fakat 12 yaşına gelen herkes artık gelenek sonrası düzeye göre hareket eder diyemeyiz. Yaşamının son döneminde olan 80-90 yaşındaki bir birey bile hiç bu evreye uygun davranış sergilememiş olabilir. Hangi düzeye uygun davranış sergileneceği salt yaşa bağlı değildir, bunun yanında çevresel, bireysel, toplumsal faktörler de etkilidir. Ayrıca bu evreler arasında hiyerarşik bir düzen vardır. hangi evreye ait davranış sergilediğimiz bizim hangi ahlaki evrede olduğumuzu gösterir. Yani ahlaki olgunluğun en alt basamağını itaat ceza evresi iken son basamağı evrensel ahlak ilkeleri basamağıdır. Ancak her insan bu aşamalardan geçerek ahlaki olgunluğa ulaşır diyemeyiz. Yani davranışlarımız zaman zaman farklı evrelere uygun olabilir.
Şimdi gelelim bu evrelerin özelliklerine. Bu kuramda bir insanın yaptığı davranıştan ziyade, o davranışı neden yaptığına odaklanmak gerekir. Yani bir davranışın gerekçesi o davranışın hangi evreye uygun olduğunu belirler. Gelin bu evrelerin özelliklerini Kohlberg’in ünlü Heinz çıkmazı hikayesi ile inceleyelim.
Karısı ölümcül bir hastalığa yakalanmış Heinz isminde birini düşünelim. Bir eczacı bu hastalığın ilacını bulur fakat çok uçuk bir fiyat ister. Heinz bu parayı ödeyemeyeceğini, bir kısmını sonra getirebileceğini söyler. Fakat eczacı bunu kabul etmez. Bunun üzerine Heinz bir gece eczaneye girer ve ilacı çalar. Sizce bu durumda Heinz suçlu mudur, değil midir?
Kohlberg’in evrelerinin özellikleri arasında bir değerlendirme yapıp Heinz’ın suçlu mu suçsuz mu olduğuna karar verelim. İtaat ve ceza evresindeki bireyin bakış açısına göre Heinz yakalanmadığı sürece suçlu değildir. çünkü bu evrede bireyin asıl dikkat ettiği şey cezadan kaçmaktır. Saf çıkarcı evrenin temel eğilimi ise kişisel çıkarları ve menfaatleri ön planda tutmaktır. Bu sebeple Heinz suçlu değildir. çünkü aynı durumda Heinz olsaydı karısı da onun için böyle bir şey yapardı. Kişiler arası uyum evresindeki bir birey içinse önemli olan çevreden onay görmek, insanların beğenisi ve takdirini kazanmaktır. Bu evrede düşünen insanlar da Heinz’ı suçlu bulmaz çünkü Heinz karısının ölümüne göz yummamıştır. ya da aynı evredeki biri hırsızlık toplumda hoş karşılanmaz Heinz suçludur da diyebilir. Görüldüğü gibi önemli olan davranış değil, onu nasıl değerlendirdiğimizdir. Dolayısıyla kişilerarası uyum evresindeki birey için her iki değerlendirme de söz konusu olabilir. Kanun ve düzen evresindeki birey Heinz’ı kesinlikle suçlu bulur. Çünkü hırsızlık kanunlara aykırıdır. Son düzey olan gelenek sonrası düzeydeki aşamaları değerlendirecek olursak; Kohlberg bu aşamalar arasında keskin bir ayrım yapmaz. Burası zaten çok az insanın ulaşabildiği, özel bir yerdir. Gelenek sonrası dönemdeki biri için Heinz asla suçlu görülemez. Çünkü Heinz bir insanın hayatını kurtarmak adına bir şey yapmıştır. Sosyal anlaşmalar evresindeki bireye göre devlet hasta bireylerin tedavisini üstlenmeli, eğer devlet ilacı karşılasaydı Heinz böyle bir şey yapmayacaktı der. Hırsızlık tabiî ki iyi bir şey değildir ama karısını ölüme terk edemez. Bir şekilde ilacı almalıydı der. Evrensel ilkeler evresindeki birey için her insanın hayatı değerlidir. İnsan yaşamından önemli hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla bir insanın yaşamı söz konusuysa Heinz’ın davranışında yanlış bir şey yoktur. Heinz bir insanın hayatını kurtarmak için hırsızlık yapmıştır ve suçlu değildir.
Sonuç olarak Kohlberg’in ahlak kuramında davranıştan ziyade, davranışın değerlendirilme şekli önemlidir. Aynı davranış eylemin gerekçesi değiştiğinde farklı bir evreye takabül edebilmektedir. Ünlü Heinz ikiliminde de görüldüğü gibi bir davranışa iyi veya kötü demeden önce onun arkasında yatan gerekçelere bakmak gerekir. Tüm insanlardan gelenek sonrası düzeye göre eylemde bulunmasını beklemek yanlış olur. Yukarıda da değindiğim gibi zaten pek az insan evrensel ilkeler evresine uygun davranışta bulunur. Ya da her davranışımız belli bir gelişmişlik düzeyinde stabil kalamaz. Zaman zaman saf çıkarcı, zaman zaman kanun düzen eğiliminde olabiliriz. Önemli olan seçimde bulunmadan önce durup düşünmek, kendimizi değerlendirebilmek, dışarıdan bir gözle davranışımızın sonuçlarını öngörebilmektir. Ancak bu şekilde Kohlberg’in bahsettiği o “pek az insan”ın gelişmişlik düzeyine ulaşabiliriz.
Felsefe Öğretmeni
Kamile SAYAR